“Bir maniniz yoksa” diyerek KUAKMER paylaşımlarıyla evlerinize konuk olduğumuz şu günlerde, “komşuluk” teması çerçevesinde gerçekleştirdiğimiz “Kuşadalılarla söyleşiler”imizin ilgi görmesi bizleri keyiflendirdi. Daha pek çok değerli Kuşadalı dostla söyleşmeyi planlarken aramıza “sosyal mesafe” girince, bizler de geçmiş yıllardaki “hoş sohbetler”i yeniden paylaşmaya karar verdik.
Yıl 1995. Kuşadalı Kaptan İsmail KARADENİZ (nam-ı diğer Makinist İsmail) ile güzel bir söyleşi gerçekleştirmiş ve 27 Kasım 1995 tarihli yerel GÖZLEM GAZETESİ’ nde, yukarıdaki başlıkla yayınlamışız. Yaklaşık beş buçuk ay sonrasında ise (13 Nisan 1996) İsmail Kaptan, son yolculuğu için demir almış limandan. Yirmi beş yıl sonra sevgili kaptanı bir kez daha saygı ve rahmetle anarken, bizlerle paylaştığı keyifli anıların yeniden okunmasını istedik.
Ancak yirmi beş yıl önce gerçekleşmiş bir söyleşide ola ki eksik bırakılan kimi önemli ayrıntılar olabilir düşüncesiyle rahmetli Kaptan’ın küçük kızı sevgili Saffet KARADENİZ YÖRÜK ile iletişime geçtik. Söyleşinin yeniden gündeme gelmesinden çok duygulandığını ifade eden Saffet Hanım, aktardığı yeni bilgilerle anlatıyı daha da zenginleştirdi. Kendisine teşekkürlerimizi iletiriz.
Siz hiç mavi yolculuğa çıktınız mı?… hem de buradan, Kuşadası Limanı’ndan yola çıkıp, gezi sonunda “mavi yolcu” olarak eve döndünüz mü? Dahası, bu yolculukta size Azra ERHAT, Sabahattin EYÜBOĞLU, Cevat Şakir KABAAĞAÇLI (Halikarnas Balıkçısı) gibi mavi yolcular eşlik etti mi?
Peki siz, Kuşadası Limanı’nın henüz bunca büyük olmadığı ve kocaman gemilerin gelmediği dönemi bilir misiniz?
Ya “MACERA” yı?…hani şu 19 metrelik uzunluğuyla limanın en büyük teknesi olan Macera’yı; salına salına limana girerken, o dönem çocuklarının yüreklerini hoplatan tekneyi. Ve bu tekneyle mavi yolculuklara çıkan, ERHAT’a, EYÜBOĞLU’na, KABAAĞAÇLI’ya rehberlik eden, “Susam’a” (Sisam Adası) gide gele iki halkın dostluğuna nice güzel örnekler veren, O’nun “Macera”sız, “Macera”nın O’nsuz düşünülmesini olanaksız kılacak denli teknesiyle özdeşleşen kaptanı tanır mısınız?…yani İsmail KARADENİZ’İ Ya da “Makinist İsmail”i?
Yirmi beş yıl sonra, babası hakkında bize yeni bilgiler aktaran Saffet Hanım, “İsmail Usta” olarakda tanınan babasının, daha çok “Makinist İsmail” olarak bilindiğini vurguluyor. Çünkü İsmail Kaptan henüz altı yaşındayken bir Rus ustanın yanında çırak olarak motor tamirciliğine başlamış. “Rus motorlarından çok iyi anlardı”, diye anlatıyor; “ Macera’da da üç tane Rus motoru vardı. O yüzden babamdan başkası tamir edemezdi.”
İsmail Kaptan artık Dağ Mahallesi’ndeki limana bakan evinde emeklilik günlerini geçiriyor. Çok sağlıklı değil. Eşi Selime Hanım’ın biraz da serzenişli anlatımına bakılırsa Kaptan kendini hasta edercesine çok çalışmış. Yaşamının önemli bir bölümü, yaklaşık otuz beş yılı “Macera”sıyla geçmiş. Pek çok anısı var, ancak hastalığı çoğu anıyı silmiş ya da silikleştirmiş belleğinde.
Yine de konuşurken ara sıra limana bir bakışı var ki çok etkiliyor sizi; onun gözüyle bakar oluyorsunuz birden ve sanki “Macera”yı görüyorsunuz limanda: Yeni bir mavi yolculuğa hazırlanılıyor. Eyüboğlu iskeleye kocaman bir bayrak asıyor; “MERHABA” yazılı; her mavi yolculuk öncesinde yaptığı gibi. Halikarnas Balıkçısı “KALİ MERHABA”sıyla selamlıyor O’nu. Azra Erhat’la birlikte el sallıyorlar, Macera yavaş yavaş limandan ayrılırken.
Anlıyoruz ki İsmail Kaptan limana her gözü daldığında yeni bir yolculuğa çıkıyor “Macera”sıyla.
“1919’da Kuşadası’nda doğdum”, diye anlatmaya başlıyor: “Mahmut Esat Bozkurt Okulu’nu bitirdim. Kazım Bey’in öğrencisiydim. Okul bittikten sonra Naci Bey’in (Naci AKDOĞAN) yanında çalışmaya başladım, taa emekli olana kadar. Her işi yapardım. Yağhanede çalıştım, sinemada ( Akdoğan Pasajı’nın- Ada Plaza- yerindeki eski Doğan Sineması) çalıştım. Naci Bey’in teknesiyle Susam’a gider gelirdim, yolcu taşırdım. O zamanlar Ahmet Beyli koylarına turlar olurdu, yabancı turistleri götürürdük. Bir de liman küçüktü, çok büyük gemiler Ada’ya geldiğinde açıkta demirlerdi. Yolcuları karaya teknelerle biz taşırdık. Balıkçılık da yaptım. Çok çalıştım çok!..”
Kaptan’ın eşi Selime Hanım burada söze giriyor ve : “Ben bunun yirmi dört saat çalıştığını bilirim. Çok yıprattı kendini”, diyerek biraz sitem ediyor. Sonrasında da Selime Hanım’ın doğum yeri olan İstanköy’den Kuşadası’na geliş öyküsünü dinliyoruz:
“1933 yılıydı, henüz 11 yaşındaydım. Biz kendi isteğimizle mülteci olarak geldik. O zamanlar İstanköy İtalyanların elindeydi. Bizler de İtalyan tebaasındaydık. (1912 yılında İtalya’nın egemenliği altına giren İstanköy, 1947’de, diğer Ege Adalarıyla birlikte Yunanistan’a bırakılıyor.)
Yetişen gençlerimiz orada askerlik yapmasınlar diye kaçmaya çalışırlardı. Benim büyük abim de böyle düşünmüştü. Derken büyük bir zelzele oldu (1933); evlerimiz, dükkanlarımız yıkıldı. Muallakta kaldık. Böylece her şeyi olduğu gibi bırakıp, çıktık yollara. Babam Rodos’tan pasaport çıkardı hepimize. Önce Bodrum’a gittik, sonra da Kuşadası’na… Otuz hane gelmiş o zaman, bizimle birlikte. Ama kabullenemediler bizi Kuşadası’nda; “sürgünler” diyorlardı bize.”
Saffet Hanım’dan öğrendiğimize göre, 19.05.1934 tarihinde çıkarılan özel bir yasa ile Türk Vatandaşlığı’na geçmişler. Kendi istekleriyle geldikleri için devletten hiçbir yardım alamamışlar. İstanköy’deki malları da satılmadığından zorlu koşullarda başlamış Kuşadası’ndaki yaşam. Bir de “sürgünler” diye ötekileştirilince yeni vatanda, “yokluk”a ağır bir duygusal yıkım da eklenmiş. “Bütün bu zorluklara rağmen, ailem diye söylemiyorum, çok asil bir kadındı annem ve biz çok modern bir aileydik” diye övüncünü dile getiriyor Saffet Hanım.
Selime Hanım’ın Kuşadası’ndaki yaşamlarına ilişkin güzel anıları da var elbette.
İlk olarak “Dolmasayanlar”’ın kiracısı olduk. İstanköy’deyken babam gazino işletirdi. Çok güzel ud çalardı. “Hanende”ler şarkı söylerlerdi. Buraya geldikten sonra da kahve işletti. Akdeniz Otel ‘in ( şimdiki Eliada ) altında, rahmetli İsmail ÖVEN (eski Sibel Restaurant’ın sahibi, rahmetli Mustafa ÖVEN’in babası) ile birlikte. Böylece yavaş yavaş alıştık Kuşadası’na.”
Selime Hanım ile İsmail Kaptan’ın düğünlerine bir hafta kala “Macera” denize indirilmiş.
Düğün demişken, kızları Saffet Hanım’dan İsmail Kaptan ve Selime Hanım’ın evliliklerine ilişkin hoş anıları da dinliyoruz; bu da ayrı bir “macera”ymış dedirten.
“Babam annemi, evliliklerinden on yıl önce de istetmiş, ancak annem, babamın boyunu kısa bulduğu için evlenmek istememiş. Aradan on yıl geçtikten sonra, biraz da abisinin ısrarıyla ( babamla dayım yakın arkadaştılar) evliliğe rıza göstermiş.”
Saffet Hanım bu konudaki kendi yorumunu da ekliyor, gülümseyerek: “ Sanırım annem bakmış, yaş geçiyor- 36 yaşında o sırada – babamla evlenmeye karar vermiş. Ancak yine de önlemini almış, çünkü hiç ayaktayken çekilmiş nikah fotoğrafları yok.”
“Macera’dan önce 6 metrelik bir teknemiz vardı; adı “CANAN”dı, diye sürdürüyor konuşmasını Kaptan. Susam’a onunla gider gelir, yolcu taşırdık. Tabii içinde değil tuvalet, lazımlık bile yoktu. İhtiyacı olan hanımlara konserve kutusu verirdik.
O zamanlar Susam’a gidiş geliş kolaydı, çok sık giderdik. Pek çok Yunan dostumuz vardı. Bir tanesi Moskoyannis; çok iyi bir adamdı. Ticaretle uğraşırdı. Arada Naci Bey’i de götürürdük. Onun da dostları vardı. Bir keresinde bir tepsi karnıyarık göndermişlerdi Naci Bey’e. Birbirimizin düğünlerine gider gelirdik. Futbol maçları yapardık, hem orada, hem burada”
Peki ya Macera’yla mavi yolculuklar?
“Macera üç dört sene balıkçı teknesiydi. Ama Naci Bey balıkçılıktan zarar etti. Sonra mavi yolculuk başladı. Naci Bey’den kiralıyorlardı tekneyi. Ben aylıkçıydım. Bir gezi on gün sürerdi. Kuşadası’ndan çıkardık, Antalya’ya kadar her koya girerdik. Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu ve Cevat Şakir çok meraklıydılar. Yanlarında başkaları da olurdu. Bol bol fotoğraf çekerlerdi. Ama ben Azra Hanım’ın bunları yazdığını hiç görmedim. Demek akşamları not alıyormuş. Sonradan kitabını yazdı. Bir tane de imzalayıp bana verdi.”
Bir de Macera’nın konforunu anlata anlata bitiremiyor Kaptan. Teknedeki dört odadan çok, tuvaleti olduğunu özellikle vurgulayarak. Yüzündeki muzip gülümseyiş gözümüzden kaçmıyor elbette ve anlıyoruz, “Canan”daki konserve kutularını aklına getirdiğini.
Kuşadası’ndan başlayıp, Kuşadası’nda biten Mavi Yolculuklar da “Macera” gibi anılarda artık. (Üstelik bugün bu anılara sahip kişi sayısı da epeyce az Kuşadası’nda)
Azra ERHAT “Mavi Yolculuk” kitabında şöyle söz ediyor o günlerden: “Eskiden gemiye Kuşadası’ndan binerdik. Ama Kuşadası bugün (70’li yıllar) epey turistik bir yer olduğu halde deniz gezilerine elverişli biçimde gelişmedi. Bu da bir bakıma iyi oldu, çünkü Kuşadası’ndan güneye giderken Samson Dağları ile Sisam Adası arasındaki dar boğazda çektiğimiz fırtınalardan dolayı altımız üstümüze gelirdi her seferinde.” (Sf: 30)
Azra ERHAT’ı bezdiren fırtınalardan İsmail Kaptan da söz ediyor. “Bir keresinde, yine güçlü bir fırtınaya yakalanmıştık. Herkes perişan. Cevat Şakir, “tuvaletteki birikintiyi denize boşaltalım, belki kokudan durulur şu fırtına”, demişti. Ne çok gülmüştük!”
Bir de yangın tehlikesi atlatılmış. Kaptan Macera’yla Kuşadası’na dönerken tekne birden alev almış.” Neyse ki Ada’ya yaklaşmıştık. Yana yana limana girdik. Telsizle haber vermiştim, itfaiye iskelede bekliyordu. Hemen müdahale ettiler.” Selime Hanım da çarşıdan dönerken görmüş, denizin ortasında alevler içindeki “Macera”yı. “Elimdekileri attığım gibi iskeleye koştum”, diyor; “İsmail’in elleri, yüzü yanık içindeydi.”
Saffet Hanım’ın da hissettikleri korkuyla belleğine kazınmış bir anısı var: “Macera’yı her yıl İzmir’e tersaneye götürürlerdi. O zamanlar evlerde telefon yok, Babam, gittiklerinde acenteye haber verir, Rahmetli Temel Abi de (Temel Gür, Akdeniz Şirketi’nde çalıştığı dönem) bize haber verirdi. Yine bir İzmir’e gidişlerinde yolda pusula bozulmuş ve mazot teknesi delinmiş. Üç gün denizde sürüklenmişler. Biz haber alamadık; perişanız. Onlar da artık kurtulmaktan ümitlerini kesmişler. Derken bir Yunan balıkçı teknesi Macera’yı fark etmiş ve yedeğinde Kuşadası’na getirmiş. Hepimiz için mucize gibiydi.”
Ve artık anımsayamadığı pek çok olayla dolu otuz beş yıl geçirmiş Kaptan, “macera”sıyla. “Evlenmeden önce girdim içine ” diyor, “motor satılınca da çıktım. Hem kaptanlığını, hem makinistliğini yaptım Macera’nın.” Selime Hanım da onaylıyor bu sözleri: “Başkası tamir etmezdi. Arızalanınca yorgun olsun, olmasın, İsmail giderdi.”
Ailelerinin bir üyesi gibi anlatıyorlar Macera’yı. Satıldığı zamanki üzüntülerini dile getirirlerken sesleri titriyor; biz bile hüzünleniyoruz. “Kızlarım”, diyor Selime Hanım, “öyle ağladılar ki Macera satıldığında, sahipleri bu kadar üzülmemişlerdir.”
En az kızları denli üzüldüğünü gözlerinden anlıyoruz Selime Hanım’ın; bir de çoğunlukla uzaktan izlediği Macera’yı ve hiç çıkmadığı mavi yolculukları özene bezene anlatışından.
25 yıl sonra bir son söz gerekecekse bu yazıya, “iyi ki” demek gerek; iyi ki tanımışız İsmail Kaptan’ı, Macera’sıyla serüvenlerini dinlemişiz.
Mavi yolculuk başlarken iskeleye takılan MERHABA yazılı bayrak dalgalanıyor şimdi imgelemimde. Sabahattin Eyüboğlu’nun hazırlayıp üst arka güverteye yerleştirdiği rengarenk fırıldak neşeyle dönüyor. İsmail Kaptan dümen başında; yardımcılarına emirler yağdırıyor… ve demir alınıyor limandan; Selime Hanım, kızları Selcan ve Saffet’le birlikte kaptana el sallıyorlar.
Röportaj ve derleme: Melek – Şefik Sözer