F. ÖZEL ARABUL

Bugün saygın adını taşıdığımız F.Özel Arabul’un doğum günü. Kızı Z. Ece Arabul‘un iki yıl önce dergimizin ilk sayısında yer alan yazısıyla anıyoruz onu; sevgiyle, minnetle…


”Ben Özel Arabul’un kızıyım..

Basit bir kimlik bilgisi değil bu. Annem bizi her anne gibi elbette giydirdi, doyurdu, korudu ama asıl onu farklı kılan insan yetiştirdiğinin bilincinde yaşama bakış açımıza verdiği önemdi. Okuduğumuz kitap, okulda aldığımız nottan da, giydiğimiz giysiden de daha önemliydi. Bizimle birlikte değişmeye de hazırdı. Gözlerimizin içine bakar, “beraber öğreniyoruz” derdi “yaşamı ve yaşamayı”.

Herkesin bir sırdaşa ihtiyacı var; küçücüktüm ve kimseyi yargılamayacağımı bildiğinden tüm rahatlığı ile duygularını, düşüncelerini, başkalarının sırlarını dahi benimle paylaşırdı. Böylece güvenmeyi ve açık olmayı öğretiyordu. Zamanla sevgiden öte oldu annem benim için, zihnimin bir parçasıydı. Annem nasıl düşünür diye bir soru işareti yoktu içimde çünkü zaten onun gözleri ile dünyaya bakıyordum. Onun deneyimleri benim, benim deneyimlerim onun olmuştu. Ne çok konuşurduk. Dil ki geliştikçe düşünceleri de gelişir insanın.

Ağır anlaşmazlıklarımız da oldu elbette süreçlerde. Ailemizin çınarı, babamız ikimizi ve küçük kardeşimi zorunlu bir tatile yolladı. Günlerce konuşmadan, durmaksızın yürüdük tanımadığımız sokaklarda. Ve bir gün yorgun bir merdivene oturmuşken yeniden konuşmaya başladık. Bu şekilde öğrendik farklı değer yargılarında farklı sonuçlara varsak da birbirimizi anlayabileceğimizi.

Önce okul yaşamı ardından iş yaşamı, o kadar yoğundum ki yaşamı takip edemiyordum. Ayda 20-30 kitap okurdu. Aslında her şeyi okur, izler, dinler.. yaşamın güzelliklerini ve acılarını yakalardı.. Seçtiklerini, önemli gördüklerini bana aktarırdı. Yalnız bana değil aslında, giderek sanal ortamda daha fazla zaman geçirip hiç tanışmadığı dostlarla paylaşımlarda bulundu. Yüz yüze tanışılmamış olsa da bir ışık gibi insanlarla iletişim kurdu, yol gösterdi… Yolu sanat ve bilimdi. İşyerinde çalışıyorken çözmem için bulmacalar, problemler yollardı bazen.. yazılar yollardı kimi kez düzeltmem için.. başkalarının şiirlerini çalışırdık keyifle. O kadar şikayet ederdim ki bazen içimden; anımsadıkça utanıyorum. Çünkü annem artık bana hiçbir şey yollamıyor. Ne politik, ne sanatsal, ne bilimsel..

Yazdığım ufak bir şiirle anlatayım ne hissettiğimi. Annemi kaybettikten sonra yazdığım tek şiirle…

Kızı

Bugün bir kadın 
Kızına “yavrum” dedi. 
Yüreği tıpkı sizin gibi, 
Sesinin önündeydi.

Siz gittiğinizden beri, 
Ne bir sergi açıldı, ne bir gösteri.. 
Renkler mi, tuvaller mi tükendi? 
Kitaplar yazılmış dediler.. 
Yeni ne söylenmiş olabilir ki? 
Bilemezdik annem.. 
Sevdalar bile terk etti. 
Işıklar bembeyaz, 
Çıplak bir duvar, 
Şeritler koptu.. 
Yaşamak artık 
Olmasa da olurdu.

Annem oyun yazarıydı. İki bini aşkın Arkası Yarın bölümü yazdı TRT Ankara Radyosu için. Televizyon için masallar yazdı sonra, Adile Naşit’in Uykudan Önce çocuklara okuduğu. Bir televizyon dizisinde tıkanan bir yazar yardım istemişti, iki üç günde son bölümlerini yazdı. Televizyonu pek sevmezdi gelip geçici diye. Tutkusu Sahne Oyunları yazmaktı. Turgut Özakman’la çalıştı İbsen’in kurgularını. İçimde ince bir sızı ile ders notlarına rastladım geçenlerde. Birbirini tanımayan insanları bir arada tutmaktı bazen problem, bazen değişmeyen bir mekanda olay kurgulamak. Perde arasında gitmesin, alkışa kalsın diye her perdede olması gereken oyuncuları düşünürdük… Sinopsis bitti mi oyun hazıra yakındı bizim için. Karakterleri tartışırdık saatlerce, tuttuğu takıma kadar bilirdik. Bizimle yaşarlardı. Oyunları sahnelendi ama hiç sahnelenmemiş olanlar da var aralarında. Son yazdığı “Kırlangıçlar” Edebi Kurul’dan geçip de Devlet Tiyatrolarında oynamayınca kırılmış, özel tiyatrolara başvurmaya karar vermişti. 
Zamanımız yetmedi…

Annemin basılan iki şiir kitabı vardır. İlk kitabı ve son kitabı. Onun hakkında yüzlerce sözcük yazabilirim ama ben şiirinden söz etmeyi seçiyorum. Çünkü o her şeyden öte ve önce bir “Şair”di… Şiirinde değil yalnız, masallarında, oyunlarında, düzyazılarında, sohbetlerinde hatta düşlerinde bile hep şairdi.

Şiirle, şiirleriyle tanışmam 7-8 yaşlarımdaydı. Annem beni karşısına oturtur son yazdığı şiirleri okurdu. Tüm dikkatimle dinlerdim. Sesinin tonu, vurguları, hüznü, neşesi içinde kaybolurdum. Ama utanırdım da… Çünkü hiçbir şey anlamazdım; ilişkilendiremezdim, anlamlandırmazdım o sözcükleri. Uzun uzun anlatırdı. Biraz ezilirdim tüm dikkatimle dinlediğim halde anlayamadığım için ama olsun. Hep sonunda sımsıkı sarılır öperdi beni.

“Şiir imgedir” derdi. Sözcüklerle çizilen bir resim. “Farklı farklı imgeler oluşacak zihninde. Anlamaya çalışma, algılamaya çalış”. Yaşım küçüktü tabi… Soyut olan, somut olan gibi net değildi. Huzursuz ediyordu. Size “elinize bir elma almayı düşleyin” desem – yeşil olur elma kırmızı olur- gayet rahatsınızdır. Oysa “dün bir bulutu okşadım” dersem… Duygularınız ve zihniniz karışır. Kiminiz yorulmak dahi istemez tepki gösterir; “ne saçma” der; “mümkün mü?”. Kiminizin canı da biraz sıkkınsa “çok umutsuzca boşa geçirdi zamanını herhalde, havanda su dövmüş belli ki” der. Kimi gülümser. “Huzurlu ve sevgi dolu hissediyor olsa gerek. Mavi, yumuşak… Elleri bile kamaşmış. ”
Şiir soyuttur ve resimdir aslında. Her bakan kendince yüreğinde anlamlandırır.

Şiir imgedir demişti ama aynı zamanda matematiktir de derdi. Çelişkili gibi gelmesin. Şiirdeki kurgudan ve mantığından söz ediyordu. İleri yaşlarda artık annemle çalışır hale geldiğimde önce elbette şiirden şöyle bir sarsılırdım ama sonra teknik çalışmamıza gelirdi sıra. Mantık çok önemliydi. Şair bazen duygularına, düşlerine kapıldığında kendi yazdığına hayran olur. Öyle hatalar yapar ki inanamazsınız. Çoğu okuyucu da gözden kaçırır üstelik. Çok çalınan bir parça var radyolarda. “Yağ üzerime toprak gibi ıslat” sözünü özensizce kabulleniyoruz. Sizce de bir terslik yok mu? Toprak ne zaman yağarken ıslattı? Bu imge değildir işte. Okşanan bir bulut. “Yağmurun küçük elleri” imgedir ama yağarken ıslatan toprak şiirdeki matematik hatasıdır. Benzetme belli bir nesnenin özelliğini kullanarak başka bir nesneyi/duyguyu tanımlamaktır. Özellik yanlış kullanıldı mı şiirin dengesi bozulur; düşer.

Şiirin bütünlüğü önemlidir. Kendi içinde bir bütünlüğü, hatta çoğu kez kreşendosu vardır. Girişi vurucu olmalıdır, gelişimi vardır ki bir yol ya da bir yapboz gibi ilerler, ve sonra son dizeler… Bitmemişlik duygusu gibi yüreği havada bırakan sarsan bir son. Arka arkaya şiir okuyamamak bundandır. İyi şiir bitince insan önce bir soluğunu toplama ihtiyacı duyar.

Şiir imgeleriyle resimdir ama müziktir de, melodisi olmalıdır. Sözcükler kolayca akmalı, dile takılmamalıdır. Aslında oldukça zor bir unsurdan söz ediyorum. Sırtınızı yaslayıp “oldu galiba” diye düşünürken bir sözcüğü melodiye aykırı hissedersiniz; harf uyumunda, ses uyumunda bir sorun vardır. Anlam da hele tam oturmuşken içiniz acıyarak, kendinizi yeni sözcük arar bulursunuz. Su gibi akması için anlama bile kıyarsınız şiiri yeniden kurgularsınız.

Şiirleri ve düşünceleri apaçık ortada ama Özel Arabul nerede bilmiyorum. İnsan olmanın en temel sorusu bu değil mi? Nereden gelip, nereye akmakta olduğumuz. Yanıtlarımız kişiye özel; düşlerimizde, kurgularımızda ve inançlarımızda gizli.Yine de aslında ertelemekten ve günü gelince öğrenmekten başka kesinlik yok.

Sevdiklerimize kavuşmayı beklerken onlar gibi yaşamı, doğayı, insanı, sanatı ve bilimi sevmek, bizden sonrakilere umut taşımak, belki de tek ödevimiz.

Z. Ece Arabul